Hz.Peygamber'in Sünnetini Anlama ve Yaşama
Prof. Dr. Salahattin Polat
Müslümanlar arasında sünnet kavramının içeriği konusunda bazı kargaşalar ve sapmalar yaşanmakta oluşu sünneti doğru şekliyle anlamayı bir problem olarak ele almayı gerekli kılmaktadır.Gerek sünneti yaşamaktaki aksaklıklarımız, gerekse son yıllarda yeniden gündem konusu olan,sünnetin dindeki yeri ve değeri üzerindeki tartışmalarda sünnet anlayışının önemli ölçüde rolü olduğu kanaatindeyiz.
İnsanlar kavramlarla iletişim kurarlar. Kullandığınız kavrama hangi anlamı verirseniz verin, karşınızdaki kişi kullandığınız kavramı kendi yüklediği anlam ve muhteva içerisinde algılayacaktır. Eğer taraflar kullandıkları kavramlara net bir şekilde aynı anlamı yüklüyorlarsa sağlıklı iletişimden söz edilebilir. Aksi halde birbirlerini anlamayan kişilerden oluşan toplumlarda kavram kargaşasından kaynaklanan birçok sosyal problem baş gösterir. Şu halde, sünnet kavramı üzerinde ilmî bir uzlaşma zarureti vardır.Zira sünnet anlayışı farklı olduğunda herkes kendi anladığı sünneti yaşamaya ve topluma empoze etmeye kalkar.
Sünnet denince Müslümanların aklına genellikle ilk defa Peygamberimizin kıyafet, âdap ve ibadetlerindeki müstehaplarla ilgili uygulamaları gelmektedir. Rasûlullah'ın yüksek ahlâkına dair meziyetlerinin veya iktisadî, hukukî, siyasî uygulamalarının ilk akla gelen sünnetler arasında, hatta sünnetler arasında sayıldığına pek rastlanmıyor. Bu, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Müslümanlara verilen hatalı, noksan ve bütünlükten uzak sünnet imajı, onları şekilci ve davranış kalıplarını taklitten ibaret bir sünnet anlayışına götürmüştür.
Böyle yüzeysel bir sünnet anlayışının oluşmasında müstehap anlamına gelen fıkıhtaki sünnet kavramının birbirine karıştırılmasının rolü olsa gerektir. Halkın çokça yüz yüze geldiği ilmihal kitaplarında müstehaplar sünnet kavramı ile başladığından, halk, sünnet deyince Peygamberimizin bu tür davranışlarını anlamaktadır. Bunun sebebi de halkın dinî bilgisinin yüzeyselliği ve ilmihal kitaplarının çağın ihtiyaçlarına göre geliştirilmemiş oluşudur.
Böyle bir sünnet anlayışıyla fert ve toplum inşâsı mümkün müdür? Yani yukarıda sayılan sünnetleri her Müslüman ihmal etmeden yapsa Peygamberimizin hedeflediği hayat tarzı gerçekleşmiş olur mu? Kesinlikle hayır. Çünkü Allah da, Peygamber de insanın kalbine, iç dünyasına, inancına, ahlâkına, sosyal ilişkilerine, dışından çok fazla önem vermektedir. Sünneti, dolayısıyla İslâm'ı şekle ve lafza mahkûm ettikçe, dışı Müslüman fakat inancı, dünya görüşü, ahlâkı, sosyal ilişkileri Müslümanlıkla bağdaşmayan insanlar üretmekten kurtulamayız. Kaldı ki, hayatın her yönüne sirayet etmeyen bir sünnet anlayışı, hayatın sünnet tarafından boş bırakılan kısımlarının İslâm-dışı uygulamalarla doldurulmasına yol açar.
Sünnete uyma konusunda bir diğer hata da, fert ve toplum bütünlüğünü göz ardı etmektir. Bir kısmımız ferdî hayatında sünneti yaşamakla sünnete uymuş olacağını zannederek toplumsal sünnetleri ihmal etmekte bir kısmımız da sosyal hayatta sünneti ihya edeceğim diye nefsinde gereken sünnetleri ihmal etmektedir.Halbuki Kur'ân ve sünnetin eğitim metodu, önce İslâm'ın gönüllere ve ferdin hayatına hâkim olması, sonra toplum hayatında makes bulmasını sağlamak şeklindedir. Bunları söylerken toplumun ferdi etkilediğini veya her sistemin kendi fertlerini oluşturduğunu inkâr etmiyoruz. Fakat istenmeyen toplumsal yapıyı değiştirirken, özellikle ahlâkî olgunluk hedeflenirken işe nereden başlanacağını, neye öncelik verilmesi gerektiğini, hangi merhalelerin aşılmasının zarurî olduğunu Kur'ân ve sünnetten çok iyi tespit etmek gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
"Sünnet nedir, ne değildir?" sorusunun cevabına geçmeden önce sünnetin klâsik tanımını hatırlatmak yerinde olacaktır. Arapça bir kelime olan "sünnet", birinin devamlı gittiği yol, âdet, gidişat, hayat tarzı gibi anlamlara gelir. Terim anlamıyla "Sünnet" denince Peygamberimizin söz, fiil ve takrirleri anlaşılır. Takrir Arapçada onay demektir. Peygamberimiz bilgisi dâhilinde yapılan bir davranış veya söylenen söze, karşı çıkmamışsa bu onun, o davranış veya sözü onayladığı, en azından mübah saydığı anlamına gelir. Çünkü insanları Allah'ın rızasına ters olan her şeyden uzaklaştırmak için görevli olan bir peygamberin –üstelik kendisinin her davranışının ashâbınca takip ve taklit edildiğini bile bile- Allah'ın rızasına ve dine muhalif bir davranış karşısında susması düşünülemez. İşte bu yüzden âlimlerimiz Peygamberimizin susmasını ve tepki göstermemesini onay saymışlardır. Tabi ki bilgisi dâhilinde olmak şartıyla.
Kısaca söylemek gerekirse sünnet, Peygamberimizin hayat tarzı demektir. Hayat tarzı, kişinin hayat anlayışının dışa vurmuş şeklidir denilebilir. Şu halde Peygamberimizin sünnetinin temelinde onun hayat anlayışı vardır. İnsanlar tarih boyunca "Ben kimim, nereden geldim, niçin geldim, nereye gidiyorum?" gibi sorulara cevap aramışlar ve bu sorulara verdikleri cevaplara göre hayata anlam vermişler, hatta gayelerini buna göre tespit etmişlerdir. İşte Cenâb-ı Hakk gönderdiği peygamberler vasıtasıyla insanlığa bu soruların doğru cevabını bildirmiş ve ona göre hayat sürmelerini istemiştir. Sünnet bir hayat tarzı ise –ki öyledir- bu hayat tarzını gerçek manasıyla idrak etmek, onun arkasındaki hayat anlayışını bilmeye bağlıdır. Bu hayat anlayışını kavrayabilen kişi şuurlu bir şekilde sünneti yaşayabilir. İşte sünnetin temelindeki bu hayat anlayışı bizim itikat yani iman dediğimiz şeydir. Bu noktada sünnetin inanç, zihniyet boyutu söz konusudur. Yani Peygamberimizin hayat gayesi ne ise hayata verdiği anlam nasılsa, o nasıl bir imana sahipse, Müslümanınki de öyle olmalıdır. O'nun değer yargılarını aynen benimsemelidir. Sünnetin bu yönü asıl ve temeldir. Müslüman her şeyden önce onun iman dünyasını, gönül dünyasını, fikir dünyasını kavramaya ve onu örnek almaya çalışacaktır. Müslüman, Rasulullah'ın tevhid anlayışını, nefis ve arzular dâhil hiçbir maddî veya manevî puta gönlünde yer vermeyişini, Allah'a rağmen hiçbir otorite kabul etmeyişini, kulluk şuurunu, Allah sevgisini ve korkusunu, kader ve tevekkül anlayışını, Allah'tan gelen her şeye rızasını, tedbir ve her işi Allah'a havale edişini, kâinatın her yerinde Allah'ın tecellilerini ibretle seyredişini, sebep-müsebbip anlayışını, ulûhiyet anlayışını, değer yargılarını iyi tespit edip, sünneti yaşarken bunları işin temeline koymak ve içine sindirmek zorundadır.
Bundan sonra sünnetin ibadet boyutu gelir. Bununla sadece onun ibadetlerini nasıl yaptığını değil kulluğu nasıl tezahür ettirdiğini, onun ibadetlerine hâkim olan ruhu, tabir câizse Allah'la ilişkisini kastediyoruz.Kişinin ibadetinin derûnî boyutu, imanına bağlı olduğunda, her şeyden önce ibadeti, sadece belli zamanlarda yapılan görevler olarak değil, hayatın her lahzasını içine alan bir kulluk ve mesuliyet anlayışına dönüştürecektir.Müslüman, dar çerçevede ibadetlerinde, geniş çerçevede bütün davranışlarında kulluk şuuru içinde olacak, ihlâs, huşu, huzur, ihsan, hamd, marifetullah gibi kulluğun özünü teşkil eden manevî hasletlerde Peygamberimize benzemeye çalışacaktır.
Sünnetin üçüncü boyutu, kişinin diğer insanlar ve eşya ile münasebetlerini ilgilendiren yönüdür. Klâsik literatürümüzde bu alan muamelât, ahlâk, âdap, eğitim, aile hayatı gibi konulardaki uygulamaları, sünnetin sosyal boyutunu teşkil eder. Bu yönüyle o, hem toplumun üyesi olarak, mükemmel bir İslâm toplumunun nasıl olması gerektiğini pratik olarak göstermiştir. Peygamberimizin kul hakkına karşı hassasiyetini; kuvvetin değil hakkın hâkim olduğu hukuk anlayışını; "Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir" buyruğundaki sosyal adalet anlayışını; yeryüzünde adaleti hâkim kılmaya esas olan ilây-ı kelimetullah anlayışını; her türlü sömürüyü bertaraf eden ve yaratılmışların en şereflisi olan insanın, insanca yaşamasını hedef alan ekonomi anlayışını, kısaca söylemek gerekirse onun toplum hayatında amaçladığı hedefleri ve esas aldığı ilkeleri sosyal hayatımızın temeline koymayı anlamalıyız. Onun şefkatini, merhametini, affediciliğini, müsahamasını, kolaylaştırıcılığını, yardımseverliğini, alçakgönüllülüğünü, fedakârlığını, vefakârlığını, diğergamlığını, güler yüzlülüğünü, dürüstlüğünü, sözüne sadakâtini, hilmini, cesaretini, cömertliğini, iktisadını, dünyanın geçici menfaatlerine değer vermeyişini, zühdünü, şükrünü, sabrını, azmini, sebatını, tevekkülünü, teslimiyetini, cana yakınlığını, tatlı dilliliğini, inceliğini, zerafetini, hayâsını, temizliğini, vakarını, izzetini, teennisini, yiğitliğini, emanete riayet etmesini elhasıl, tamamını burada sayamayacağımız bütün güzel hasletlerini içimize sindirip karakter haline getirmeyi hayat gayesi edinmeliyiz. Çünkü yüce Peygamber "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyurarak ebedî risaletin gayesinin ahlâkî kemâle ulaşmış insan-ı kâmil yetiştirmek olduğunu vurguluyor.
Sünnetin bütünlüğü içerisinde en ufak bir detayın bile önemli bir yeri vardır. Fakat sünnetin kendi içinde mertebeleri olduğu da bir gerçektir. Bazı sünnetleri yerine getirmek farz, bazıları vacip, bazıları müstehaptır. Tersinden söylersek bazı sünnetlere aykırı davranmak haram, bazılarına aykırı davranmak mekruhtur.